26 Mayıs 2011 Perşembe

K'al

Y'ol

                    Otobüs tıkabasa doluydu. Aklına ilk gelen üç kelimeyse, yorgunluk. Tutunup ilerlemeye çalışıyor, sürttürmemek ve sürtülmemek için -olabildiğince- nazik davranıyordu. Durduğu yerin ter kokusunu bastıran manzara, bir genç kızın camdan yansıyan, olduğundan olgun, olduğundan fazla, olduğundan "en" görüntüsüydü. Otobüsü zıplata zıplata süren canavar, henüz şoför değildi. Titreyen görüntüsünde ellerini, yüzünü inceledi manzaranın. Dudaklarını ıslatışını, cama çarpıp yükselen bakışlarını ve gerisini. Ne kalabilirdi ki geriye? 
                    Var olduğundan haberin bile yokken seni gören gözlerin, nasıl emin olabilirsin daha fazla ayrıntıya ihtiyaç duyacağına? Olduğu kadarı yetecektir elbette. Evet yeni bir kelime. Nerede kalmıştık? 
                    Neredeyse kaçırıyordu ineceği durağı. Neredeyse geç kalacaktı, neredeyse yapması gerekenin dışında birşey yapacak, neredeyse yıkacaktı düzeni. 
                    Evet dünyanın yıkılması bu kadar kolaydır bazen. Genellikle bazen. Çünkü ne kadar bağlansak da kendi yarattığımız "şey"lere -ki onlar "şey"dir, varlıkları kendilerine ait bir farkındalık taşımazlar, yaratan ve yok eden bilinçlere ihtiyaç duyarlar- zaman, bunu haketmez. Yaratılmış olanın en kısıtlayıcı olanıdır zaman. "Değerlendirmekle ilgili bu mesele", "sen kullanmayı bilmiyorsun da ondan" gibi saçmalıklarla dolu bilinçaltımda bir temizlik yaptım. kısa sürdü. Malum, unutkanlığım... 
                    Biz'de kalmıştık. Evet, zamanı ortaya attıktan hemen sonra her alanda olduğu gibi ona bağlandık. Bazen kişilik verip suçladık, bazen derde derman olarak sunduk ve ona bıraktık. Herşeyimizi. Kendi yarattığımız dünyayı, her zamanki gibi bir başkasının ellerine bıraktık. Ve ondan değişmesini istedik. 
                    Şimdi bir kadını terk eder gibi terk ediyorum, değişmemi isteyen "şimdiki zaman"ı. Yola çıkıyorum, yeniden. Eksik olanın arayışı inancı, beni tamamlayana dek. 
                    Gelelim otobüsteki adama. Kalkıp kalabalığı eze eze kendine yol açan, etrafındaki tüm unsurları kendisi için uygun hale getirdikten sonra otobüsten inen kıza son bir bakış attı. Oturup uzun uzun düşünmeye başladı. Kimse kısa düşündüğünü kabul etmez. En düşüncesiz olanımız bile.
                    Elbette o kız değildi düşündüğü. Kız koltuğu ısıtmıştı. Camda yağlı saç izleri vardı. Yağ ve ısınmış koltuğu düşününce mangal geldi aklına, sonra mangal yürekli bir kız olsa dedi. Çok erkeksi olduğunu düşünüp, bu fikirden vazgeçti. 
Yorgunluğa devam etmeli. Ne zaman kendini toparlayacak olsa, yorulmaya hazır bir vücudu var gibi gelirdi. Hazır yorgun bir akılla, tembellik hakkını meşru kılabilirdi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder