18 Ocak 2012 Çarşamba

Monologlar 2: Sürüklendim


Ben inatla seni anlatıyorum  
bitmek istemiyorum, beklemeliyim;
                                    sana sahip olmayı.
Gördüğünün aksi sunuyor şimdi bahşettiğin sonsuzluğu.
Olasılıksız cümleler değil derdim... Sadeleşmeli varlığın, dipsiz anlam çukurlarına atamam seni...
Duramam... Asil gidişini izleyemem; yeryüzünde, başka hiç birşeyde, böyle açık, böyle sevgili ve böyle...
Sıradanlığın elçisi karanlık olur... Zaman aydınlıkta ilinek... Öfkeler de böyle mağrur durur içimde 'başka türlü'ye varmadan, uyanmadan önce....
Bazen yüzüme dokunamayan ellerin yaratıyor 'başka' sözcükleri; yıkayamıyor beni ne su, ne toprak. Karanlığı göremiyorum...
Masaya, kaleme dokunamıyor, bir çiçeğin anlamsızlığını düşünüyorken buluyorum kendimi başka uykumda, ona bakarken....

Bazen dokunamıyor ellerim. Dokunulmazları var "hala" insanın. Eksikliğini hissettiğim tek duygu olmasaydın eğer, içimde bu kadar kök salmazdı...
...Varlığın...
Ne yeni bir ağaç yetişiyor, ne de tohumlar saçılıyor. Ama böyledir işte hayat. İstemesek de yaşarız. İstesek bile ölemediğimiz günlerde olduğu gibi...
Bir kıyafetten sadeleşmesini beklemezsin. Kaldı ki askısı sadeleşsin...
Aşktan yaratılmamış insanoğlu. Yazık... 
Zaman değil kanı. Yazık...
Ölümün yaşamla çelişmediği de açık. 
Çünkü ölüm yaklaştıkça zaman uzaklaşıyor bedenden. 
Yaşam yakınken ölümsüzsün, 
ölümlüysen...
Çok yazık.


Bir hayatın her anında başka bir an olması ne demektir? Ölümün teğet geçmesi, yalnız filmlerde midir?


Sahibi olmak istediğin bir ölüyse, onu artık ölümsüzleştiremezsin. 
Sıra canlı olanı sonsuzlaştırmağa geldiğinde, 
ya yaşamaktan vazgeçersin, 
ya da yaşatmaktan...


Bir katil olman gerektiğinde 
ve sen ölmüş olanı öldürememenin acazetindesin 
öldürmen beklendiğinde,
yaşamaktan vazgeçer, yaşatmayı seçersin...

Ben seni anlatıyorum. Çünkü bana verdin anlamlarını.
Aslında ben hala keşfetmek zorundayım sevgiyi, hayvanları, oturduğum sandalyeyi...
Anlamak zorundayım. Bana ulaşmalı  bir köpek gibi sadık, dönüp dolaşıp...
Yıkılacak duvar
zor gelir sıva yapmak,
hala;
bitecek olan kaç zaman dayansa
yalan olmaz?..
Hiç istemezdin anlatmamı. Zamanın icadı kadar eskidir şimdi sözcüklerim. Ne için savaştığını bilmeyen bir savaşçı kadar cesur yarattılar cümlelerimi...
Hayranım! Sarsılmıyorsun. 
Memelerini gördüm evvel zamanda kadınların. Dokundum onlara. Tutku mu diyorlar adına?..
Uzandım göğe, dolandı elime bir tutam saç... Vazgeçtim dokunmaktan, yeryüzüne inmeden zirvelerde konaklayan püsküle...
Anlattığıma dokundu sesim,
ebedi yüzün eğilmeden
gökleri sundu...

 Yalan olur. Zaman şahit olmaz ve bitecek. Sonsuzlukta aranmayan öznelerle yaşattığım hayalimi, eksik bir zamirle bitiremem, "biz" gibi. Ne söylesem tamamlanır, ne de yaşasam.
Yaşatmanın tadı zamana dağılır. Bir tadı unutmak karşısında, zaman her daim eksik kalır... Yalanlar zaman kadar uzakta kalır ve "aşk" adını kazanır. En büyük aşk, yalan olanıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder