16 Haziran 2011 Perşembe

Monologlar-1 / Kum Hayat

Ve şimdi uzanıyorum yarattığım ben’lerin ellerine… Şakağından başlayıp gövdesinde sonlanıyor dokunuşlarım, sınırları ateşle çizilmiş gezegenin… Küçücük ve sersemletiyor. Anlam: Ceza, Aklım odadaki bir kuş kadar özgür ancak ve evet demekten kolay değil pencerenin açık olduğunu fark etmek… Kaşınıyor tenim. Çapalıyor bahçede yeni biten otları. Eylemden yana hoşnutsuzluk, çapayı günahkâr, temizleyeni kusursuz kılıyor…

Görünmez elleriyle sarıyorum boynunu yalnızlığımın. Hissetmesini isteyeceğim her dokunuş bir bir parlıyor gözlerinde. Ve ancak o zaman bakabiliyorum karşımda boylu boyunca yeni bir yolculuk gibi uzanan yollarına. Bir hasret türküsü son bulurken farkındalıksız dokunuşlarında, ben kendimi yeniden yapılandırıyorum benden artan her yanında.

Eşkenar bir üçgenin her sivri noktasında yalnızlığımız bekliyor ve biz. Uzun kenarlar boyunca koşuyor olmamızın sonucudur onlar.
Uzun kenarlar boyunca bir kendi yalnızlığımdan, bir senin yalnızlığından geçiyorum geceler günler ve yıllar boyunca. Her an’ı uçan tozpembe ve buz mavisi balonlar gibi şişirip uzatıyor, bazen acımasızca patlatıyorum. Yine de ellerinden uzak bir yerlerde. İhtiyar bir maymun muzipliği var bir gece gönlümde.  Bir yıl gibi uzuyor anlık sessizliğinle… Ellerin olmak isterdim, zamanın bilinçsizliğinde ve kendinden emin, ellerin gibi ince, ellerin gibi sessiz… Özgür bıraktığınca kabullenmek senden geriye kalanı ve yine de itiraz etmemek. Çünkü bir dokunuşla var edebilir eller olmak zordur yok oluşun sınırına dayanmış düşün sonsuzluğunda…

Sonsuzluğa giden yoldan kervanlar geçiyor, kıtlık taşıyan, bir kıtadan diğerine… İmkânsızlığın, uykusuz dikkatlerce olağan karşılanabildiği zihinlerin memleketi, burası… Yerine koyuyor varlığının unutulması güç rafına çıkardığı ayakkabılarını… Seçtiğini içine çekiyor, verdiğini defalarca almanın kıymetini koruyor. Bilincin uzağında, varlığının tuzağına koyuyorum çıplak ayaklarını… Yalın, su geçirmez zarlar kadar etkisiz kılıyor yaşamın özsuyunun yatağını…

Sonsuzluk redaksiyona ihtiyaç duymaz. Sonsuzluğa dâhil yaşanan her an, yaşanır ve devam eder. Herhangi bir başlangıcı veya sonu yoktur. Her daim sahip olmak istenen en yüce olgudur sonsuzluk. Ve yaratacağı boşluk, iyiyi ve kötüyü aynı oranda kendi içinde muhafaza eder. Zamanın en küçük yapı birimine sığdırılabilecek bir bakışın bıraktığı etkiyi yaşamak, on binlerce yıllık sonsuzluğa yeğ tutulabilirken, zaman kavramını ortadan kaldırmak, sonsuzluğu kullanıma açmak demektir. Sonsuz olanı yaşamak için ana ihtiyaç duyan ben, nasıl olur da sonsuz olmayı arzulayabilirim? İhtiyacım olanı yaratma sürecinde zamanın zulmünden kurtulmuş olmam, zamansız bir şekilde her anı sonsuza eriştirmem için gerekli olan, hala nefes alıyor olduğumu bilmekse, elbette aldığım her nefesi benimle aynı atmosferi paylaşan milyonlarla değil, gerçek olanla paylaşmak hakkına sahibim.
Hemen şimdi gözlerimi kapayıp bir bulut kümesiyle kucaklaşabilir, bir sıçanı tekmeleyebilir, sakin bir duvar köşesine işeyebilir ve sevişebilirim. Sonsuz olan düştür, düşü gerçekleştirmek özgürlüktür ve özgürlüğü hissetmek sonsuzdur. Düş, özgürleştirir; sonsuzluk mahkûm eder.

Çokluklara verdik kendimizi bacadan çıkan dumanı mavi nefesimize yoksulluğumuzu yoksunluğumuzda kudreti ahmaklığa bulayıp daracık yollardan kaldırım tedbiriyle uzaklaştık… Çarpıştık, kumlar yağdı başımıza. Büyüdü gözümüzde, tenimize işleyen… Nefesimizin tortuları bizim olanı sunduğundan habersiz bizi beklemekteydi.     Bitiyor yaratığın karanlığı. Oysa ne kadar güzel bir gün yaratmıştık, siyahın zerreleriyle…

Sol omzum üzerinde bir kadın alevler içinde dans ediyordu ve ben aynı sarhoşluğu tekrarlıyordum aynı kumsalda aynı ayın aynı şavkında. Bir kriz gibi yükselen her türlü duygunun iç içe geçmiş haliydi ellerimi titreten ve görmenin olanaksız olduğu damlacıkları görüyordum bencil bir bulutun karanlığında. Şimdi ancak dalga sesleri dolanıyor ayak bileklerime.   
Düşüncenin en saf haliyle çarpan bir kalp, sıcaklığıyla örtüyor üzerini her türlü düşün ve kuluçkaya yatırıyor gördüklerimi. Ne düş, ne ses, ne de gerçeklik değildir içime çektiğim. Bir uzun parlatılmış dokunuşun, henüz ilk harfindeyim. Tamamlanan her parçası heyecanlandırıyor varlığımın.

Hiçlik temelleriyle başlayan bu oyun, Araf’ta devam ediyor. Ne gerçeğim, ne düşüm, ne tam ne de eksiğim. Olduğum yerde iyiyim. Muhafazakâr bir tutumla sarıldığım incecik belin, zaman gibi şekillensin parmaklarımın arasında ve özgür ol… Sonsuzu YAŞA!

Ait olmayan bir ten kokusunu, yaşama dönüş nişanesi gibi takmaktır göğsüne bazen. Kendininmiş gibi ciğerini dolduran nefes başkasına ait olduğunda, başkası başkalıktan başkalaşır, izninle. Farklı iki tene konup kalkan bir kuşun çırpınışı gösterir kendini ellerde. Tırnak diplerinde biriken, eski hayat…

Dokusu rengi aşina gözlerde türlü olasılıklara kıyarken başkalaştırma ulaştırma çabaları nitelikli kumaşları giydirir çıplak tenlere… Dönüşüm karşıt yasaların öncü saflarında yegâne gerçeği anımsarken ölümcül vuruşu beklemekten yanmaktan kendini alıkoyan çeperi yıkar geçer…

2 yorum:

  1. sen gerçekkten çok güzel yazıyorsun. güçlü bir edebiyat var temelinde. mahrum bırakma emi bizi, daha çok yaz.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim gerçekten.. Ama aklımda hala bir soru...

    YanıtlaSil